Tuesday, June 14, 2016

BUGÜN BU 3 YAZIYI YAZDIM. 3'ü DE KULİS TADINDA. siz en iyisi fehmikoru.com siteme gidin

Uşak’ta kim kime saldırmıştı?

Atatürkçü Düşünce Derneği Avrupa Başkanı Dursun Atılgan, şehit cenazeleri törenlerinde CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na yapılan çirkin saldırıları ele aldığı açıklamasında, bugünkü olaylar ile 27 Mayıs (1960) darbesinin hemen öncesinde yaşananlar arasında paralellik kurmuş. Örnek verdiği ilk olay sorunlu ama. Atılgan şöyle diyor: “29 Nisan 1959’da CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, Kurtuluş ve Bağımsızlık Savaşı’nda, Trikopis’i … Okumaya devam et“Uşak’ta kim kime saldırmıştı?”

Kılıçdaroğlu haklı… Ama Kerem Kılıçdaroğlu…

Bir yıl bile olmadı. 1 Kasım seçimi öncesi farklı mesajlar vermeye çalışan Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu yeni söyleminde en etkili unsurun ne olduğu merakına kapıldığımı fark eden bir dostum, bana, “Oğlunun etkisi büyük” açıklamasını getirmişti. CHP liderinin Bilkent Üniversitesi mezunu oğlu Kerem Kılıçdaroğlu Kore’de doktora yapıyor. Üzerinde yoğunlaştığı konunun ‘İslâmcı partiler’ olduğunu biliyordum da, kapsama alanına … Okumaya devam et“Kılıçdaroğlu haklı… Ama Kerem Kılıçdaroğlu…”

Orlando eylemcisi ‘gay’ miydi? İsrail bu işe ne diyor?

Florida eyaletinin Orlando kentinde bir ‘gay’ kulübe saldırıp çok sayıda insanı öldüren ‘terörist’ Omar Mateen olayı giderek ilginç bir hal alıyor. Omar ‘Pulse’ adlı o kulübe son 3 yıl içerisinde en az 10 kez gitmiş… Orada bulunanlarla ahbaplık etmiş… İçmiş, kusmuş… 49 canı alıncaya kadar ‘Pulse’ çevresinde ‘gay’ ve ‘kadın giysileriyle dans eden’ kişilere karşı … Okumaya devam et

Monday, June 13, 2016

Kulis tadında: Orlando teröristinin oyu Trump’a mı?

Kulis tadında:

Orlando teröristinin oyu Trump’a mı?


İlk blog yazıma en sıcak tepkiyi, --yazıyı yazar yazmaz Twitter’dan takipçilerime bildirmem üzerine-- bilgisayar korsanlarından aldım: Kurumun tespitine göre, eş-zamanlı tam 15 IP adresinden Twitter hesabıma saldırılmış... Gafletime geldi, bir an boş bulundum ve muhtemelen sizin de arasında olduğunuz 370 bin kadar Twitter takipçim korsanlar tarafından esir alındı.

Bunun hikâyesini de bir gün uzun uzun anlatırım.

Yaşadığımın hayırlı bir sonucu oldu: Bugünden itibaren, fkoru.blogspot.com üzerindeki blogumun yanında, adıma açılmış fehmikoru.com sitesinden de yazılarımı okurlarımla paylaşacağım.

Hangi sıklıkla karşınıza çıkarım bilemem, ama hiç değilse sizler şunu bilin: Çabalarım ilgi görürse katkılarım da artacaktır. Fehmi Koru


Artık esas konumuza gelebilirim.

Son zamanlarda karşılaştığım yabancılardan konu İslâm’a geldiğinde işittiğim ezber cümle şu oluyor: “Elbette bütün Müslümanlar terörist değil, ancak bütün terör eylemlerini Müslümanlar yapıyor...”

Dün, televizyon ekranlarından ofisime dolan, bugün gazetelerin ilk sayfalarını işgal eden ABD/Orlando’da bir kulübe yapılan baskınla 50 kişinin canını almış, 50’den fazlasının da yaralanmasına yol açmış --ancak bir çılgının yapabileceği-- kanlı eylem, herhalde bu ezberi biraz daha pekiştirmiştir.

Terörist Omar Mateen, Müslüman-Afgan bir ailenin ABD’de doğmuş oğluymuş çünkü.

Önce tezi sorulayalım:

Aslına bakarsanız ‘Bütün teröristler Müslüman’ tezi hiçbir anlamda doğru değil.

FBI’ın kendi raporuna göre, 1980-2005 yılları arasında ABD’de meydana gelmiş terör eylemlerinin yüzde 94’ü Müslüman olmayan tiplerin eseri.

Daha yakınlarda yapılmış bir araştırmaya göre ise, 2010-2015 yılları arasında Avrupa Birliği ülkelerinde sahneye konulan terörist saldırılarının ancak küçük bir bölümü, yüzde 2 kadarı, ‘Müslüman’ kimliğine sahip kişilerin eseri.

Raporlara yansıyan önyargılar ile çelişen bir durum, değil mi?

Önyargıları ise, son zamanlarda giderek artan ve terör olaylarının derinden sarstığı ülkelerin güvenlik sorumlularının bile içinden çıkamadığı tuhaf özellikler taşıyan ‘post-modern eylemler’ besliyor.

En yeni eylemi ele alalım.

Florida eyaletinin Orlando kentindeki çok can alan olay bir ‘gay’ kulübünde meydana geldi. Omar Mateen adını taşıyan doğma büyüme Amerikalı genç, kadın gibi giyinen erkekler ile aleni ‘gay’ gençlerin devam ettiği bir kulübü kan gölüne döndürdü.

Genç terörist, etrafı kana bulamak üzere yola çıkmadan önce ve eylemi sırasında, eyleminin ‘İslâmi’ motifli olduğunun herkes tarafından bilinmesini istediğini fazlasıyla belli etti.

Eşcinselliği böylesine açık yaşayanlara tahammül edemediği için eylemi gerçekleştirmiş Omar Mateen...

Acil durumlar için kullanılan 911 numarasına telefon edip “Ben IŞİD’in askeriyim” de demiş adam...

Zihinlere kazınan, “Kafası hurafelerle karışmış Müslüman biri, eşcinsellere kafayı takıp, bu kadar insanı öldürdü” görüntüsü böyle çıktı.

İyi de, daha önceleri teröre bulaşacağına dair herhangi bir emaresi bulunmayan eylemci Omar 30 yaşında biri. Yaşadığı muhitlerde de bayağı tanındığı anlaşılıyor: Sosyalmiş, dostları ve arkadaşlarıyla şakalaşmaktan hoşlanırmış. Müslüman olduğunu da pek belli etmezmiş.

‘Omar’ ABD’de Müslüman olmayanların da taşıdığı türden bir isim. Ortaokul ve liseden arkadaşları ile eskiden çalıştığı işyerlerindeki insanların çoğu kanlı eylemi onun gerçekleştirdiğini duyunca şaşırmışlar.
 
Omar'ın eşi Stora Yusufiy
Tanık ifadelerinden Omar’ın radikalleşmesinin yakın zamanlarda gerçekleştiği anlaşılıyor. İki kez evlenmiş, bir de küçük çocuğu varmış; birinin fotoğrafını bu yazının içine yerleştireceğim eşlerinin ikisi de Amerikan ortamına uygun kadınlar... “Amerika Afganistan’ı yerle bir etti” ile başlayan türden bazı cümleleri son zamanlarda kurmaya başlamış...

Babasının bile olaydan sonra “Miami’de iki erkeğin aleni öpüştüğünü görünce dellenmişti” dediği Omar... Kendisi de eylemini ‘eşcinsellik’ konusundaki hassasiyeti sebebiyle yaptığını belli etmesine rağmen... Bir ‘eşcinsel’ tanığa göre, okul günleri ve hemen sonrasında böylesine bir görüşe sahip değilmiş...

Şaşırın diye aktarıyorum.

Kadın giysileriyle dolaşan Samuel King adlı tanık, “Aynı okulda okuduk... Hiç de fanatik biri değildi... İş arkadaşlarından bazısı aleni eşcinseldi ve aralarında bu yüzden tek bir sorunun bile çıktığını duymadım... Çalıştığım eşcinsellerle dolu kulübe gelir, beni kadın giysisi içinde gördüğü halde bizlerle şakalaşırdı da...” demiş Daily Beast’e...

Daha garibi ise, 50 canı gözünü kırpmadan alabilen Omar’ın mesleği: ‘G4S Secure Solutions’ adlı güvenlik şirketinde çalışıyormuş ve bu sebeple ateşli silâh taşıma lisansı ile korumalık yapabileceğine dair lisansı varmış...

Amerika’da bu tür lisansların insanlara bayağı zor verildiğini unutmayalım. Hele 11 Eylül (2001) sonrasının paranoya derecesine varan Müslüman korkusu ile bulandığı günümüzde...

Ne oluyor?

Benzer tuhaflıklar bir önceki San Bernardino eyleminde (2 Aralık 2015) de vardı. Yıl sonu partisine giden küçük çocuk sahibi ve genç bir Müslüman karı-koca, bir ara dışarıya çıkıp yeniden partiye döndüklerinde, etrafa mermi yağdırarak erkeğin işyerinden ve ailelerinden 14 kişiyi öldürmüşlerdi. Sonrasında, evlerinde, bir kenti bütün sakinleriyle yok edecek miktarda patlayıcı maddeyle bir tabur askerin ihtiyacını karşılayacak silâh ve mühimmat bulunmuştu.

San Barnardino eylemi Aralık 2015’teydi, Orlando eylemi de Haziran 2016’da gerçekleşti.

O halde sorabilirim...

Üzerinde düşünmeniz için şimdi iki sorum olacak:

1.     ABD gibi bir ülkede “Müslümanları sınırlarımızdan içeri sokmayalım, halen aramızda bulunanları da fişleyip gözetim altında tutalım” diyen Donald Trump gibi birinin, Cumhuriyetçi Parti gibi ülkenin yerleşik bir siyasi örgütünden cumhurbaşkanı adaylığını elde etmesi nasıl oldu da mümkün oldu?

2.     Hadi oldu diyelim, 8 Kasım 2016 tarihinde yapılacak ABD’deki başkanlık seçimlerinde, Demokrat Parti’nin adayı Hillary Clinton karşısında, ülkenin seçmenleri, ne gibi olaylar-eylemler olursa, aşırının aşırısı mesajlarıyla ülkeyi sarsan Trump’a oy verir ve onu ülkelerine ‘başkan’ seçerler?  

Kim ne derse desin, bana sorarsanız, dün Orlando’da 50 kişiyi öldüren Omar Mateen ile altı ay önce San Bernardino’da 14 can alan Rizwan Farook ve Tashfeen Malik çifti, ABD seçimlerini adayların kimliğinden daha fazla etkileyecek figürler...

Ne deniyordu böylelerine? Herhalde ‘kullanışlı aptallar’ desem kızmazsınız...

İşgüzarlık veya ‘felâket tellâllığı’ saymayacağınızı bilsem, “ABD’de yaşıyorsanız güvenliğiniz konusunda seçimlere kadar dikkatli olun” derdim.

Peki, nasıl oluyor da, Omar, Rizwan ve Tashfeen gibiler bu yola sevkediliyor?

Öyle her soruya hemen cevap yok; önce biraz düşünün bakalım.

Sinema meraklıları için not: Yıllar önce Frank Sinatra’nın, yakınlarda da Denzel Washington’un aynı isimle çevirdiği ‘Mançuryalı Aday’ diye bir film vardır; bulursanız şu günlerde izleyin derim.


ΩΩΩ


Bu yazı www.fehmikoru.com sitesinden alınmıştır. 

Thursday, June 9, 2016

‘İslâm’ diye diye, İslâm elden gidiyor...

‘İslâm’ diye diye, İslâm elden gidiyor...

Fehmi Koru

Türkiye’de hemen her alanda dinin merkezi belirleyici olduğu bir dönemden geçiyoruz, ancak etrafımızda gelişen olaylar bugüne kadar hiç görülmemiş yeni bir olumsuzluğu gündeme dayıyor: İslâm Dünyası dışındaki coğrafyada İslâm-karşıtlığı zirve yaptığı gibi, İslâm Dünyası’nın yerli unsurları arasında İslâm’dan toplu uzaklaşmalar görülüyor...

Bir süredir yazı hayatından uzak kalmam gelişen olaylara biraz daha serinkanlı ve günlük hayhuydan uzak bir genişlikte bakmamı sağladı. Yazısız geçen sürenin bir bölümünü seyahatlerle değerlendirmem ise, daha önce pek farkına varamadığım global trendlerle beni tanıştırdı.

Şunu söyleyebilirim: Fark ettiklerim ve hissettiklerimden hiç memnun değilim.

Dünyamız ABD’nin ekonomik, askeri ve siyasi gücünü temsil eden hedeflere karşı girişilen 11 Eylül (2001) uğursuz eylemlerinden sonra yeni bir sürece girdi. Bu sürecin kendini hemen belli eden özelliği, tartışma gündeminin en ortasına ‘İslâm’ konusunun oturmasıdır. İslâm, din ve inanç sistemi olarak, daha önce hiç konu edilmediği kadar insanların dikkatini çekiyor.

Her yerde.

Müslümanların çoğunluğu teşkil ettiği ülkelerde de, azınlıkta bulundukları ülkelerde de... Hayatlarında tek bir Müslüman ile tanışmamış kişiler bile İslâm konusunda fikir ifade edebilecek halde bugün...

İfade edilen fikirler olumlu olsa, başarılar üzerine otursa sevinebilirdik; ancak başarılı başlayan gelişmeler bile, bir süre sonra, maalesef rahatsız edici bir mâhiyet kazanıyor...

Türkiye bir istisna teşkil edebilirdi; ülkemiz de giderek İslâm Dünyası’ndaki olumsuzluklardan --maalesef-- etkileniyor, bazen de farkına varmadan yayılan olumsuz imajı pekiştirici katkılarda bulunuyor.


Kaygılarım gerçek oluyor

11 Eylül uğursuz olayları ertesinde kaleme aldığım sonradan kitaplaşan (11 Eylül: O Kader Sabahı’, Timaş Yayınları, 2002) yazılarımda, bir alt motif olarak işlediğim ‘kaygılar’, aradan geçen 15 yılda elle tutulur bir hale dönüşmüş bulunuyor. İslâm Dünyası ‘terör’ ve fanatizm üreten, kendi kendini yönetemeyen, insanlarının rahat ve huzuru İslâm’ın etkisinden uzak ülkelerde aradığı bir coğrafya görüntüsü veriyor.

Son birkaç gün içerisinde, biri ABD’nin (Washington Post), diğeri İngiltere’nin (Guardian) önemli gazetesinde çıkan haber-değerlendirmeler, içinde bulunduğumuz halde pek farkında olamadığımız gelişmelerin vahim yöne doğru olduğuna ışık tutucu.

Washington Post’un (WP), bir Alman kasabasında yaşananlardan hareketle, Avrupa’da hâkim çizgi haline dönüşen bir eğilimi haber veren yazısı (‘Avrupa sağı İslâm karşıtlığına hız veriyor’, 7 Haziran 2016) ile, Guardian’ın ondan bir gün önce çıkan değerlendirmesi (‘Avrupa’nın dört bir tarafındaki kiliseler Müslüman mültecilerin kitleler halinde Hıristiyanlığı kabul ettiğini bildiriyor’) sürecin en vahim yan etkisini gözler önüne seriyor.

ABD’de başkanlık yarışına ilk başladığında herkesin fantezi gözüyle baktığı Donald Trump’ın ‘Müslüman karşıtı’ söyleminin, zaman içerisinde, ülke tabanında destek bulabilmesi dikkat çekiciydi.

Daha vahimi ise, yüz yıllar boyu dine dayalı hoşgörüsüzlüğün ceremesini çekmiş Avrupa’nın demokratik ülkelerinin, Almanya’nın, Fransa’nın, Avusturya’nın, Danimarka’nın, Hollanda’nın ‘İslâm-karşıtlığı’ zemininde buluşan akımların etkisi altında düşmeleridir.

Fransa’da Le Pen’in partisinin son seçimlerde gösterdiği başarıyı doğuran şartlar, Almanya’da da ‘Almanya için Alternatif’ partisini (AfD) her 6 seçmenden 1’inin oyunu alır duruma getirdi. AfD Almanya’da uzun yıllardır yaşayan Müslüman vatandaşların cami ihtiyacını karşılama amaçlı çabalarına karşı çıktığı gibi, okullara ve üniversitelere başörtüsü yasağı getirilmesini de talep ediyor.

WP, iki Alman üniversitesinin, mescitlerini, ‘lâiklik’ bahanesiyle kapatma kararı aldığını kayda geçirmekte.

Londra’da belediye başkanlığı seçimini İşçi Partisi’nin Müslüman adayı Sadiq Khan kazandı; hepimiz “Ne hoşgörülü halk” dedik İngilizler için... Oysa, bir Müslüman politikacıyı aday gösterdiği için İngiliz İşçi Partisi ve lideri ile aday Sadiq Khan’a karşı diğer partilerin yürüttüğü kampanyanın dili bayağı yaralayıcıydı. WP, “Başbakan David Cameron bile Khan’ı aşırılar arasına yamamaya çalıştı” demekte.

Polonya’da, Danimarka’da, Hollanda’da yükselen İslâm ve Müslüman karşıtı havanın yol açtığı yeni sıkıntılar da büyük.

Ne oluyoruz?

Tarihin şu ana kadar kaydettiği belki de en yaygın ‘ilhad’ hareketinin içine doğru evriliyoruz.

İlhad, İslâmi terminolojide ‘dinden çıkmak’ demek. En son din olduğu için başka dinlerden İslâm’a  gelenlerin varlığına alışkın olan bizim dünyamız, tek tük örnekler dışında, kendi kültür çevresinden insanların başka dinlere ilgi duymasına pek alışık değildir.

Öyle toplu din değiştirme olaylarıyla da karşılaşmamıştır İslâm Dünyası...

Guardian gazetesinin değerlendirmesi bir ilkin başlamakta olduğunu haber veriyor.

Vaktiyle entelektüelleri arasında İslâm’a geçme yarışına sahne olurken şu yakınlarda ‘İslâm-karşıtı’ havanın etkisini en fazla hissettirdiği ülkelerde...

Geçen haftayı geçirdiğim Berlin’de görüşme imkânı bulduğum kişilerden İslâm ve Müslüman karşıtı havanın giderek yayılmakta olduğu haberini almıştım; ancak Hıristiyanlığa geçişteki artıştan haberdar olabilmem için Guardian’da çıkan yazıyı okumam gerekti: Berlin’in kenar mahallerinden Steglitz’de, Trinity kilisesinin cemaati iki yılda 150’den 700’e fırlayıvermiş...

Yeni gelenler Müslüman iken Hıristiyanlığa geçenlermiş...

Berlin ve Hamburg’taki kiliseler toplu din değiştirme töreni (vaftizm) için belediyenin yüzme havuzlarını kullanmak zorunda kalmışlar.

2016 yılının ilk üç ayında Avusturya’daki Katolik kilisesi 300 dine kabul başvurusu alınca cemaat şaşırmış.

Gazetede başka ülkelerden de bunlara benzer geçiş öyküleri var; daha fazla canınızı sıkmamak için onları aktarmayayım.

Din değiştirenlerin bir bölümünün ana hareket noktası, zar zor yol bulduğu ülkenin kendisine ‘mülteci’ statüsü sağlamasını kazanmak amaçlıdır, hiç kuşku yok; ancak hepsinin öyle olmadığı anlaşılıyor. Kaldı ki, ne kadar zorda kalırsa kalsınlar, insanların din değiştirme yoluna gitmeyi hazmetmesi kolay değildir.

Özellikle de Müslümanların...

Zorda kalmalarının sebebi üzerinde de düşünmek lâzım.


Vebali büyük

11 Eylül uğursuz eylemlerinin ‘İslâm’ ile terörü eş-değerde görmeyi kolaylaştırması üzerinden geçen 15 yıl içerisinde, Müslümanlar, dünyanın çeşitli köşelerinde terör eylemleriyle gündeme geldiler. Bugün bölgemizdeki bir çok ülkede Müslüman kimlikli insanlar kan döküyor; hem de yine Müslümanların kanını...

IŞİD’i ve yaptıklarını düşünün...

Beğenilecek bir nokta yok bugünkü tabloda; ancak mevcut tabloyu başkalarını suçlamakta da kullanamayız. Terörü yöntem olarak benimseyenleri kınamakla yetinemeyiz; onların böyle bir yola başvurmalarını sağlayan zemini oluşturmak, çok daha farklı yöntemlerle çözülebilecek iç ve dış ihtilâfların sona erdirilmesinde silâhlı çatışma seçeneğini tercih etmek, tercihin yanlışlığı iyice ortaya çıktığında bile bunda ısrarcı olmak...

Kimin kabahati?

Hep teröristi suçlayarak bir yere varamayız, terörü üreten şartlarda pek çok kişi ve kesimin payı var.

Suriye bugün tek başına terör üreten bir ülke durumunda; iyi de bu durum sadece Suriyelilerin mi eseri?

Ülkemizi de vuruyor terör, bizim insanlarımız da hem bölgedeki başıbozukluktan hem de şiddetle sonuç alınabileceği yanlışlığını sürdüren içimizdeki örgütlerin eylemlerinden etkileniyor. Yetkililer terörü lânetlemede, teröristleri kınamada lâflarını hiç esirgemiyorlar; ne deseler haklılar da. Ancak, günlük hayhuy onları her gelişmeye tek taraflı bakmaya sevk ettiği için, büyük fotoğrafı göremiyor ve özellikle WP ve Guardian’ın gündeme getirdiği türden gelişmelerin yan etkilerini yeterince değerlendiremiyorlar.

Türkiye’yi ve bölgeyi terör sarmalından çıkarmak şart.

Aksi halde, 11 Eylül uğursuz eylemleriyle açılmış olan çığır, AK Parti iktidarı döneminde, siyasilerimizin en fazla değer verdiklerini kendi ağızlarından duyduğumuz İslâm dininin imajının onulmaz yaralar almasıyla devam edebilir.

Bunun vebalini hepimiz düşünelim.

ΩΩΩ